Mevlevîliğe mahsus çilesini tamamladıktan sonra tekrar İran’a giden Abdî Efendi, hocası İmâdü’l-hasenî’nin bir entrika ile katledildiğini öğrenir. Kendisine vasiyet olarak bıraktığı yazı altlığına gizlenmiş olan on kıt‘a ile İstanbul’a geri döner. Beykoz’da bir tekkeye yerleşip talebeye ders vermekle ve tâlip olanlara Kur‘an-ı Kerîm ve Mesnevî-i Şerîf tahrîr etmekle meşgûl olmaya başlar.
Devletin askerî ve siyâsî çalkantılarla boğuştuğu bir döneme müsâdif olduğundan, maddî zorluklar yaşadığı bu eyyâmda, Sadrâzâm Hâfız Ahmed Paşa’nın isteği üzerine istinsâh ettiği Şehnâme-i Firdevsî’yi halefi Tabanıyassı Mehmed Paşa’ya takdîm eden ve fevkalade beğenilmesi üzerine büyük bir iltifât ile beraber 1000 altın atiyyeye nâ’il olan Derviş Abdî, nihâyet lâyık olduğu değeri görmeye başlar.
Sultan Murâd Hân-ı Râbi’den de himâye gören Derviş Abdî, ömrünün son yıllarında Hac farîzasını edâ etmek ve Medine’ye yerleşmek istediğinde, sultan tarafından kendisine Mısır Gümrüğü’nden yevmî kırk akçe yevmiye tahsîs edilir. İlim ve san‘atla dolu dolu bir ömürden sonra 1647 yılında Medine’de vefât eden Derviş Abdî Cennetü’l-bâkî’ye defnedilir.
Türk hattatlarının İran’a özgü olduğu iddia edilen ta’lik hattında ibraz-ı maharet gösterebileceklerini ispat eden Derviş Abdî’nin, bilhassa Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile özel koleksiyonlarda kıt‘aları bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde de, “İmâd-ı Rum” ünvânını bî-hakkın ittihâz eylemiş olduğuna delâlet eden tarihsiz bir en‘am-ı şerîfi bulunmaktadır.
Kaynakça
Tuhfe-i Hattatîn, ss. 681; Türk Hattatları, ss. 96; Meşhur Hattatlar, ss. 161; Hat ü Hattâtân, ss. 239-240; Gülzâr-ı Savâb, ss. 70; Devhâtü’l-küttâb, ss. 51; DİA, IX, ss. 190-191; Hat Sanatı Tarihi, ss. 161-162; İstA, I, ss. 11, TSAYK, I, ss. 362; Osmanlılar Ansiklopedisi, I, ss. 5-6;