
Hakk’a ri’âyet ve hakîkate hizmet etmiş olmak üzere söyleyim ki, sülüs, nesih ve celî yazıların tekemmülüne, İslâm toplumları içinde daha ziyâde Türkler ve bilhassa Osmânlı Türkleri, fevkalâde himmet ve bu sûretle medeniyyete ve ilme hizmet etmişlerdir. Zevk-i selîm erbâbını hayran ve sitâyiş-hân edecek kadar zarif, latîf, metîn, dil-nişin, nefîs, nazar-rübâ yazılar kaleme almışlardır ki, Arap, Acem ve diğer müslim milletlerde zuhur eden hattatlar, hiçbir devirde Osmânlı Türkleri mertebesinde sülüs, nesih ve celî yazamamışlardır. San‘at-ı hatta mâhir olanlar değil, olmayanlar bile dikkatle baksalar, aradaki farkı görebilirler. Bu iddianın hakîkate muvafık olduğunu anlamak içün her milletin yazısını biraraya getirüb bakmak kâfidir.
Ancak Türkler bu başarılarına rağmen, ne yazık ki, hat san‘atı yazını hususunda beklendiği kadar verimli olamamışlar, kendi içlerinden çıkan değerleri layıkıyla tanıtmayı başaramamışlardır. Bu yüzden nice değerli hattatın hal tercemesi mu’allakta kalmış, nicesi de eserleri ile birlikte tarihe karışmıştır.
Bununla birlikte Menâkıb-ı Hünerverân, Devhâtü’l-küttâb, Gülzâr-ı Savâb, Tuhfe-i Hattatîn ve Mizânü’l-hat gibi, hattatlar konusundaki bilgi eksikliğini kısmen de olsa kapatan değerli eserler te’lif edilmiştir. Hat san‘atı yazınının Osmânlı dönemindeki son halkası sayabileceğimiz Son Hattatlar – Kemâlü’l-hattatîn – ise, silsilenin Cumhuriyet dönemine intikalini sağlamıştır.
Ancak tüm bu eserlerin ortaya koyduğu geniş ve mufassal muhtevâyı birarada bulabileceğimiz bir kaynak mevcut olmadığı gibi, içerdikleri eksikleri tamamlamak da ayrı bir çalışmanın konusu haline gelmiştir.
İşte bu eksikliği tamamlama amacı ile yola çıkan “Hattatlar Sofası”, hat san‘atının bugünlere erişmesinde büyük pay sahibi olan – kimileri mechule karışmış – kahramanları bir kez daha yad edecek, namlarını tebcil etmenin yanında, alakadârana da mühim bir kaynak olmaya çalışacaktır.
