
Ancak onun ulvî bir gerekçeye dayandırdığı bu tebeddül, aslında tamamen maddî kaygılara dayanmaktaydı. Zira Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye’nin ser-hattatlığına tayin edildikten sonra Cağaloğlu’ndaki matba’asını açmış olan Hâmid Aytaç, akşamları işten çıktıktan sonra burada mühür, kartvizit ve etiket imâli ile uğraşmağa başlamış ve durumun anlaşılmaması için de “Hâmid” müste’arını kullanmayı yeğlemişti.

Nitekim 1918 senesine kadar devam eden bu süreç zarfında, resmî mesâ’îsine bağlı olarak “Azmî” imzasıyla pek çok askerî kurumunun mühür ve damgasının tertibini hazırlamış olan Hâmid Aytaç, mütârekenin ardından bu kurumdan ayrıldıktan sonra bir daha “Azmî” müste’arını kullanmamıştır. İşin ilginç tarafı, işlettiği dükkânda, bu üsre zarfında mühür hâkkine çok da fazla itibâr etmemiş olmasıdır. Bu tarihten onra “Hakkak Hamid” müste’arıyla hazırlamış olduğu bazı künye, antet, kartvizit, mühür ve damga klişelerinin numunelerini havi lehasından da anlaşılacağı üzere hutut-ı mütenevvi’aya tamamıyla vakıf hattatinden olan Hamid Aytaç, harf inkılabından sonra yeni harflerle de çalışmışsa da, Arap harfleri ile ibraz ettiği maharet ve kudreti gösterememiştir.
Kaynakça
Son Hattatlar, ss. 122-124; Türk Hattatları, ss. 267-268; Meşhur Hattatlar, ss. 233-237; DİA, IV, ss. 287-289; Hat Sanatı Tarihi, ss. 100-101, 128-129, 186.