

İcâzetini aldıktan sonra kendisini tümüyle yazıya hasreden Behçet Arâbî, Cihân Harbi’nin patlak vermesi üzerine askerlik hizmeti için orduy-ı hümâyûna alınmış ve beş yılı aşkın sürecek olan bu vazifenin neredeyse tamamını, adını tarihe “Medine Müdâfi’i” nâmıyla kazıyacak olan Fahreddîn Paşa’nın emri altında geçirmiştir. Medine’de geçirdiği süre zarfında da yazı ile ilişiğini kesmemiş olan Behçet Arâbî, Ravza-i Mutahhara’nın köhneleşmiş bazı yazılarını tecdîd ettiği gibi, meşâhir-i şu‘arâdan Nâbî’nin,
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hüdâ’dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafa’dır bu
beyitiyle başlayan ünlü kasidesini meşhed-i Muhammedî’ye nakşetmiştir. Bu işte ibrâz eylemiş olduğu mahâretten dolayı Fahreddîn Paşa tarafından fırka kâtibliğine ta’yin olunduğu gibi, hâtırâ kabîlinden olarak, Ravza-i Mutahhara’da muhafaza edilmekte olan sakal-ı şerîf’ten hediye edilmiştir.
Medine’nin teslimi ve ordunun terhisi üzerine memleketine döndükten sonra, nezdindeki kutsal emâneti Circis Cami’ne hediye eden Behçet Arâbî, bir müddet mekteblerde hüsn-i hat mu’allimliğinde istihdâm olunmuşsa da, harf inkılâbı üzerine nice emsâli gibi işsiz kalınca Tekel İdâresi’nde memuriyete başlamıştır. Bu arada ailesinin aldığı karar gereği “Görgün” soyadını alan Behçet Arâbî’nin görev yeri birkaç sene sonra Siverek’e nakledilmiştir.
Ancak burada barınamayınca memuriyetten istifa ederek tekrar Urfa’ya dönen ve Bahçeler mevki’nde bir vakıf bahçesine yerleşip bahçevânlıkla meşgul olmaya başlayan Behçet Arâbî, bundan sonra hüsn-i hatta daha fazla zaman ayırma fırsatı bulmuş ve bugün Urfa camilerini tezyîn eden çok sayıda elvâh-ı nefise vücûda getirmiştir. Hatta bunlardan bazıları İstanbul’a kadar ulaşmış olup Ayasofya Cami ile Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nde levhâları tespit edilmiştir.
Mürekkebini geleneksel usûlde kendisi üreten Behçet Arâbî’nin, Sa’id-i Nursî’ninki de dâhil olmak üzere çok sayıda mezartaşı kitâbesi kaleme aldığı bilinmektedir. Neşrettiğimiz âsârı, kullanmayı oldukça sevdiği müsenna ve tuğra tertîblerinde olup kendi beldesinin kültür ve san‘at ortamı içinde değerlendirildiğinde, son derece kudretli bir hattat olduğuna delâlet etmektedir. Hüsn-i hattın yanında Bâlî Beyzâde Ahmed Vefîk Efendi’den öğrendiği musıkîde, bilhassa gazel-hânlıkta son derece mâhir olduğu menkûl olan Behçet Arâbî, 1965 senesinde vefât etmiştir. Mezarı Harran Kapısı’ndaki aile kabristânındadır.
Artık rağbetini yitirmiş bir san‘at kolu ile meşgul olduğundan hayli sıkıntılı günler geçiren hattatın, buna rağmen inat ve azimle “cenâb-ı Hakk’ın kendisine bir lütfu” olan san‘atına sarılmış ve yaşadığı zorlukların üstesinden san‘atı sâyesinde gelmiş olması takdire şâyândır. Hele de büyük san‘at ve kültür merkezlerinin bir hayli uzağında ibrâz-ı mahâret eylediği düşünüldüğünde, nâmının Türk hattatları meyânında zikredilmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Behçet Arâbî’nin Tüm Eserlerini Görmek İçin Tıklayın
Cihat Kürkçüoğlu, Urfalı Hattat Behçet Arabi, Şanlıurfa 1997.
İsmail Orman, 27 nisan 2016