Osmanlı hat san’atının ilk büyük ismi olan Şeyh Hamdullah ile tatlı bir rekabete girişerek, Yâkut Ekolü’nün zarâfet ve dinamizmine kendi tarzında yeni bir soluk katmayı başarmış olan Ahmed Karahisârî, hüsn-i hatta gösterdiği fevkalade kudret sâyesinde daha sağlığında “Yâkut-ı Rûm” ve “Şemsü’l-hat” olarak şöhret kazanmış değerli bir hattat idi. Eserlerinde görülen itina, hüsn-i hattı sâdece yazmadığına, aynı zamanda bir nakkaş gibi işlediğine ve en önemlisi, hattın başlıca melekelerinden olan sabra fazlasıyla mâlik olduğuna delîl teşkil etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak çağını yaşadığı bir dönemde ortaya çıkmış olan Ahmed Karahisârî, sürekli yeni arayışlar peşinde koşarak, bilhassa sülüs ve celî yazılarının ağırbaşlı, fakat bir o kadar azâmetli terkibler vücuda getirerek Osmanlı hat san‘atında, kendi adı ile anılan yeni bir ekol oluşturmayı başarmıştı. Özellikle Mimar Sinan’ın, inşa etmiş olduğu camilerde onun ve halifelerinin yazılarını tercih etmiş olması nedeniyle Kanunî Sultan Süleyman döneminin zirve ismi haline gelmiş idi.

Hattı Esedullah Kirmânî’den meşketmiş ve daha sonra Sofî Yahya Efendi’den istifâde etmiş olan Ahmed Karahisârî, nev-i şahsına münhasır karakteri nedeniyle Şeyh Hamdullah’tan uzak durmuş ve aynı menbadan beslendiği halde kendi vadisinde akmayı tercih etmişti. Ama nihayetinde bu vadi kapalı kalmış, geride bıraktığı birkaç halife tarafından temsil edilen üslubu da onların vefatı ile tarihe karışmıştır.
1556 yılında şu fâni dünyadan göçüp gittiğinde, geride binlerle ifade edilen sayıda eser bırakan Ahmed Karahisârî’nin mufassal terceme-i hali ve tüm eserlerini görmek için tıklayın
İsmail Orman
31 Ocak 2016
Kaynakça
Sicill-i Osmanî, III, s. 162; Meşhur Hattatlar, ss. 107-112; Menâkıb, s. 25; Gülzâr-ı Savâb, ss. 59-60; Devhâtü’l-küttâb, ss. 9-10; Tuhfe-i Hattâtîn, s. 94; Hat ü Hattâtân, ss. 84-85; Fâtih Devri, s. 24; Süheyl Ünver, Hat Sanatı Tarihi, ss. 53-59; Ünlü Türk Hattatları, ss. 49-64; Meşhur Adamlar, s. 133; Osmanlılar Ansiklopedisi, I, ss. 131-134.